Göğe Komşu Topraklar






26 Ağustos 2018

 Yaşadığınız şehrin ne kadar küçük olduğu önemli değil, şehirde isen odaklandığın şeyler genelde aynıdır. Gelecek veya para kaygısı, çocukların gelişimi, eğitimi, insanlarla ilişkiler, iş hayatı  vs. vs. Tüm bunlardan ve dahasından sıyrılabildiğimiz tek yer ise doğa! İşte bu yüzden şehir hayatından uzaklaşmak bize her zaman iyi geliyor. Hele bir de yüksek rakıma çıkarsan dertleşeceklerin insanlar değil bulutlar ve dağlar olur.





Uzunca bir bayram tatilinden sonra şehrin olumsuz yönlerinden arınmaya, bulutlarla dertleşmeye gidelim dedik ve düştük yollara...





Her yolculuğumuza "yaylalarda ekoturizmin yaygınlaşacağı ve bilinçli seyahat severlerin artacağı" umudu ile başlıyoruz ancak hiç bir sefer yok ki rotamız üzerinde çöp poşeti, pet şişe ve insan artıkları görmeyelim.





Doğa turizminin son yıllarda Doğu Karadeniz'e kaymasıyla birlikte bölgemiz çok fazla insan tarafından ziyaret edilir oldu. Yayla yollarının da daha ulaşılabilir olmasıyla birlikte maalesef ki kirliliğimizi yüksek irtifalara da taşıdık. Elbette herkes gezmeye buralara gelsin ve yukarıda bahsettiğim arınmayı yaşasın ama bence bilinç seviyesinin biraz daha yükselmesi lazım.


Başlıyoruz....


Biz Artvin civarındaki tüm yayla yollarını neredeyse arşivledik. Sadece eksik bir kaç rotamız kaldı, onlardan birini daha bugün kayıt etmek için Arhavi Çifteköprüler mevkisinden Arılı köy istikametine doğru yol aldık.

Aslında biz bu rotadan daha önce de geçtik. Bizden sonra "Yeşil yol" inşaatı ile bu hat 8 metreye genişletildi. Ama bu kadar geniş yolun maalesef macera olarak hiçbir cazibesi kalmamış. Yine de tatilin son günü olmasına rağmen yaylayı ziyarete gelen bir sürü araba ile karşılaştık.


Derin daha küçükken birlikte yaptığımız bu rotayı Arhavi yaylaları yazımızdan da okuyabilirsiniz.








Ağırlıkla bu yazımızda Demirkapı yaylasındaki arkeolojik kalıntılardan ve Arhavi'ye dönüş yaptığımız el değmemiş bir vadiden bahsedeceğiz.





Tarihin Tanıkları Bulutlar


Demirkapı yaylasında ilginç bir tarihi doku var. Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz kaya yığınları aslında 5 bin yıl öncesini (belki de daha eski yılları) anlatan işaretler içeriyor ve bunlara petroglif (taş üzerine yapılan oyma) deniliyor.





Bölgemizde yaşayan arkeolog Oktay Hacıoğlu bu işaretlerin peşine düşüp muazzam bir araştırma yapmış.

Bulduğu işaretler tarih öncesi çağlara yani M.Ö 4.000 yıllarına kadar dayanıyor. Ve ilginç olan petrogliflerin Türklerin sanılanın aksine 1071 Malazgirt Savaşı'ndan daha evvel bu bölgede olduğunu kanıtlıyor. Kendi ifadesi ile "petroglifler insanlık tarihinin gerçek ışıkları"



Bizler şimdi internet gibi sanal bir ortama yaşadıklarımızı, anılarımızı yazıyoruz, binlerce yıl evvel insanlar ise mağara duvarlarına ve taşlara şekiller çizerek yaşadıklarını anlatıyorlar.




Hayat ve tarih çok enteresan. Yıllarca okul hayatımızda tarihi okumak bana hep sıkıcı gelmişti. Şimdi ise inanılmaz büyülüyor. Özellikle en eskiler (antik çağ, ilk çağlar vs.)
Çünkü tarihi yerleri geziyoruz ve tarihi kalıntılarıyla da olsa yerinde görüp anlamaya çalışıyoruz. Gezdikçe merak artıyor ve okul yıllarının aksine büyük bir istekle araştırıp öğrenmek istiyoruz. Böylelikle yine aynı noktaya varıyorum . ÇOK OKUYAN DEĞİL ÇOK GEZEN BİLİR. ;)


Arkeolog Sevgili Oktay Hacıoğlu'nun insanlık tarihine yaptığı bu katkıdan ötürü ve bize bizzat yayladaki bu noktaları gösterdiği için kendisine buradan da teşekkür ederiz.




Geziye devam



Yaylaların nimetleri bitmiyor. Tam likapa zamanı olduğu için bizim gözler yine yamaçlarda... Bu siyah orman meyvelerinden buldukça "hazineye kavuşmuş gibi" sevinip minik tanecikli şifa depolarından enerji yükleniyoruz. 

Geçen yıl yaptığımız likapa rotasını buradan okuyabilirsiniz. Yenileri ise yolda...





Yukarılara çıktıkça, Arhavi Sırt Yayladan farklı bir istikamete aşıyoruz. Vadinin diğer koluna Noğadit Yaylasına döndüğümüzde muhteşem doğallık ve görsel şölen bizi bekliyor.





Burada yol ciddi anlamda taşlı ve bozuk. Ama direksiyonu tutan eller usta olunca rotamıza keyifle devam ediyoruz.


Bu gezimizde bize eşlik eden iki arkadaşımız daha var. Kürşat ve Serhan Samsun'dan gelip bu tarihe ve doğaya bizimle birlikte hayran kalıyorlar.




Yemek molası için su kenarı bir yer ararız her zaman. Atalarımızın da su kenarına yerleşme güdüsü sanırım bizim genetik kodlarımızda da var olacak ki minik ırmakları takip ederek güzel bir göl bulduk.







Araba yolunun biraz içerisinde kalan göl kenarına dikkatle yaklaşıyoruz. İsmi Alaca Göl.



Büyük bir heyecan ile masamızı kurup yemek hazırlıklarına giriştiğimiz sırada gölde kötü bir sürpriz ile karşılaşıyoruz.


Gölün içerisindeki ölü bir keçi tüm iştahımızı kaçırıyor. Neden öldüğü suya nasıl düştüğü, ya da düşürüldüğü konusunda bir sürü soru zihnimizi kurcalarken bu tip doğa gezilerinde dostlarımıza her zaman hatırlattığımız önemli bir uyarı geliyor aklımıza.





"Doğada (akan su bile olsa) kaynağını görmediğiniz hiç bir sudan içmeyiniz." 
Yukarılarda ne olduğunu asla bilemezsiniz ve hastaneye ulaşmanız çok zor olabilir. Bu fotoğrafı bu uyarının ne kadar doğru olduğunun kanıtı olsun diye buraya iliştiriyorum.

Yola devam ettiğimizde güneş tatlı bir eğimde iken bu vadiler tadına doyulmaz hal alıyor. El değmemiş, sadece yaylacıların yıllardır burada olduğunu kanıtlayan minik taş yayla evlerinin yakınlarından devam ediyoruz. Geçtiğimiz yaylalar sırası ile Noğadit, Orta Yayla, Agara Yaylası. 



Volkanik göller ile dolu Artvin'de sadece şanslı göllerin isimleri var. Yoksa insan istilasına uğrayıp doğallıktan uzaklaştıkları için şanssız göller mi demeliydim (!)


Alçaldıkça orman yeniden başlıyor ve güneş bizden ayrılmak üzere...



Arhavi Başköy ve Dikyamaç köylerinden tekrar çifte köprü mevkisine varıyoruz.




Geziye başlangıç noktasından bitiş noktasına tam bir çember şeklinde çizdiğimiz rotamız tadına doyulmaz yeni keşfettiğimiz yaylaları ile gözde rotalar listesine girdi bile.




Doğa ve tarih dolu bir başka gezide görüşmek üzere...






-------------------------------------------------------------------------------------------------------------




Gezimizdeki konuklarımız  Kürşat ve Serhan'a sevgilerimizle...





















2 yorum:

  1. likapaya biz likarba diyoruz doğuya gittikçe değişmiş ismi ama manyak reçeli olur tavsiye ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet çok çeşitli isimlendirmeleri var. Bir yıl önce yaptığımız Likapa Rotası yazımızda bolca bahsetmiştik.

      Sil